Darbe Girişimi – 1
Türkiye’de siyasi gündemi takip edebilen bir yazar olmak için haftada en az üç yazı yazmanız gerekiyor. Ülkenin çivisi o kadar çıkmış ve tarih o kadar hızlanmış durumda ki benim gibi başka yoğun işler nedeniyle ayda bir tarzı yazdığınızda gündemi yakalamanız mümkün değil. Son haftalarda birçok yeni ve önemli gelişme olmasına rağmen, izninizle ben hala darbe meselesindeyim ve o konuda yazacağım. Zira geç kalmış olsam da, “o konuyu da yazmayıvereyim” denebilecek bir olay değildi.
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden altı hafta geçmiş. Bir ara muhasebe yapmak için iyi bir süre.
Senaryo değil, sahici
15 Temmuz’da gayet sahici bir askeri darbe girişimi yaşadık. “Senaryo” vb. lakırdıların ciddiye alınır bir tarafı yok. 300’e yakın insanın öldürüldüğü, yüzlerce generalin/subayın, binlerce askerin muhtemel ağır mahkûmiyetler nedeniyle hayatlarının karardığı bir girişimin senaryo olma ihtimali yok. Buna rağmen toplumun görece dar bir kesiminde böyle bir algının oluşabilmesi ilginç. Bunun arkasındaki muhtemel faktörler: Başarısız darbelere alışkın olmamak; Tayyip Erdoğan nefreti; son yıllarda iyice aşınmış olan hakikat algımız; komplocu düşünce tarzının her yere sirayet etmiş olması.
Sadece sahici değil, başarılı da olabilirdi
Kamuoyunda darbe girişimini yapanların beceriksizliklerine epeyce vurgu yapılmış olmasına rağmen, bütün işaretler aslında çok büyük bir badirenin az farkla atlatıldığını gösteriyor. Kimi ögeler daha denk gitseydi, 15 Temmuz’dan beri yeni bir askeri diktatörlük rejimi altında yaşıyor (ya da yaşayamıyor) olabilirdik. Askeri darbe, özellikle son bir yıldır AKP/Erdoğan yönetiminin derinleştirdiği siyasi krizi daha da derinleştiren, demokratik mücadeleyi daha da sakatlayan ve muhtemelen çok-katmanlı bir iç-savaşa yol açan bir adım olurdu. Durdurulması tartışmasız çok iyi oldu.
Bilmediklerimiz bildiklerimizden daha fazla olabilir
Darbe süreciyle ilgili bilmediğimiz çok şey var. Tutuklananların ifadelerinde ciddi çelişkiler var. Olayın kamuoyunca duyulmasından en az 6-8 saat önce devletin çeşitli birimleri tarafından öğrenilmiş olduğu biliniyor. Bu saatlerde neler olduğu ısrarla karanlıkta bırakılıyor. Kimi işaretler, bu saatlerde birilerinin “diplomasi” vb. yaparak darbeci koalisyonu daraltmış olabileceğini gösteriyor. Bu istihbarat nedeniyle, darbe girişiminin planlanandan erken ve bu yüzden bir miktar dağınık başladığı; yine aynı nedenle bu 6-8 saatin mevcut yönetime bir miktar hazırlanma ve bu durumu kendi lehine kullanabilme konusunda imkân sunduğu düşünülebilir.
Evet, “FETÖ” Ama sadece o mu?
Darbe girişiminden sonra ortaya dökülen bütün verilere ve sanık ifadelerine bakıldığında, darbeci koalisyonun en büyük ve merkezi ortağının Gülen Cemaati mensupları olduğu ama darbeci ekibin sadece bu teşkilatla sınırlı olmadığı anlaşılıyor. Darbe girişimi başlamadan önceki o 6-8 saatte darbeci koalisyon mevcut yönetimin çeşitli hamleleriyle daraltıldıysa eğer, bu daralmadan sonra darbeciler arasında Gülenci ekibin ağırlığının daha da artmış olması muhtemel.
Bu yüzden, darbe girişiminde Gülenci teşkilatın ağırlığını küçümseme / görmeme eğilimleri ne kadar yanlışsa, mevcut yönetimin yaptığı gibi bütün darbe suçunu (ve mümkünse birçok başka kritik suçu) bu teşkilata yüklemek da o kadar yanlış. Derdimiz hakikat mi, kendimizi kurtarmak mı?
Darbe girişiminden sonraki haftalarda iyice açığa çıktı ki, mevcut iktidar bu işin bütün sorumluluğunu sadece “FETÖ”ye yıkarak, buradan çok kullanışlı bir mutlak günah keçisi yaratmak istiyor. Belki de “her tür lekeyi çıkaran bir deterjan” demek lazım. AKP/Erdoğan iktidarının böylesi bir deterjandan medet umduğu ve neredeyse bütün kirli / lekeli çamaşırlarını bu deterjanla yıkamak istediği anlaşılıyor. İktidar açısından bu çok akıllıca olmasa da kurnazca bir fikir, zira “FETÖ” öyle günahı bol bir teşkilat ki insanı bu tür kurnazlıklar konusunda kışkırtıyor.
Darbe boru değil, belli bir sosyo-politik kriz bağlamında cesaret bulabiliyor
Darbe yapmayı geçtim, darbeyi akla getirmek ve planlamak bile, sadece bir takım kurmay subayların, kendi iradeleriyle ya da bir teşkilatın emriyle, bir araya gelip gerçekleştirebileceği bir şey değil. Darbe tahayyülü, başka bütün siyasi tahayyüller gibi, belli bir sosyo-politik bağlamda can buluyor. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratsa, darbe hayali kurmak o kadar zorlaşıyor. Çünkü iktidarın, seçim ve katılım gibi demokratik mekanizmalar eliyle değişebileceğine, bu yolla biriken siyasi gerilimlerin yatıştırılabileceğine dair genel bir kabul ve güven var. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratlıktan uzaksa, insanlara durumun demokratik mekanizmalar eliyle değişebileceğine dair bir umut ve güven vermiyorsa, o zaman darbe veya silahlı isyan gibi yöntemlere sempati ile bakabilecek, hatta katılım gösterebilecek insanların sayısı artabiliyor. Bu sosyo-politik bağlamın tabii de bir de uluslararası boyutu var. O boyutta da bir ülke ne kadar kırılgan, yalnızlaşmış ve “problem çıkaran” bir konumdaysa uluslararası dinamiklerin demokrasi-dışı bir müdahaleyi destekleme ya da en azından görmezden gelme ihtimali artıyor.
15 Temmuz girişimine cesaret edebilen darbecileri, bir de bu sosyo-politik bağlam üzerinden düşünmekte fayda var. Onlara darbe hayali ve eylemi konusunda cesaret veren sadece silahları ve teşkilat yapıları mıydı? Türkiye, tüm yurttaşlarını eşitlik üzerinden kucaklayabilen güçlü bir demokratik zemin geliştirebilmiş ve uluslararası planda Suriye politikası gibi çok ağır hatalar yapıp dünya için “problem çıkaran” olarak etiketlenmemiş olsaydı, böyle bir darbe girişimi birileri tarafından uzak bir hayalin ötesine geçebilir miydi?
Darbecilerin girişim öncesinde en azından iki konuda kendilerini ikna etmiş olmaları gerekli: (1) “darbeyi yaptığımızda dünyadan tecrit edilmeyiz” ve (2) “halkın en azından bir bölümü bizi destekler; desteklemeyenler de çok aktif karşı çıkışta bulunmaz.” Darbecilere bu cesareti ne vermiş olabilir? “FETÖ” ve “ABD bağlantısı/desteği” gibi cevaplar ancak çok kısmi doğrulara işaret edebilirler. Zira AKP iktidarının son yıllarda, ama özellikle son bir yılda, yaratmış olduğu alabildiğine otoriter ve istikrarsız bir politik kriz ortamı söz konusu olmasaydı, ne “FETÖ” ne de ABD / Batı böyle bir darbe girişimine cesaret edebilirlerdi.
Dolayısıyla tabii ki darbe girişiminin suçluları bu girişimde bulunanlardır, ona göre yargılanacaklardır. Ama mevcut siyasi iktidarın da darbecilerin cesaret bulabildikleri istikrarsız siyasi ortamı hazırlamış ve önlememiş olmaktan gelen siyasi bir sorumluluğu vardır. İşin bu kısmı mahkemede yargılanmayı gerektirmez belki ama yakın ve uzak gelecekte başka darbeci ekiplerin cesaretlenmesini istemiyorsak bu siyasi sorumluluğu enine boyuna konuşmak ve anlamak zorundayız. Kısası, “ülkeyi bu kadar kötü yönetirseniz, iti uğursuzu başımıza bela olur.”
Konu çok boyutlu olduğundan uzuyor ve bir yazıya sığmıyor. Gelecek yazıda herkesin darbeye karşı olmasının toplumsal ortak bir zemin yaratma konusunda nasıl bir potansiyel ve aynı zamanda bir yanılsama yarattığıyla devam edelim.
[Bu makale ilk olarak T24 web gazetesinde yayınlanmıştır]