‘Güvenlik kaygısı, güvenliği sağlayacak güçlü bir otorite beklentisini getirir’: Burak Büyükçelebi ile Söyleşi
[Burak Büyükçelebi’nin yaptığı bu söyleşi ilk olarak 30 Mart 2016’da habervesaire.com sitesinde yayınlandı]
Psikoterapist Yrd. Doç. Murat Paker’le özellikle canlı bomba saldırılarılarından sonra ortaya çıkan güvenlik kaygısını ve siyaset kurumunun toplum psikolojisine etkilerini konuştuk.
Güneydoğudaki Kürt illerinde yaşanan çatışmalar bir tarafa, Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen ve onlarca cana mal olan canlı bomba saldırıları, Türkiye toplumunu tedirgin bir sürece soktu. Bu saldırılar sonrasında yaşandığı üzere, sokağa çıkmak ya da kalabalık bir yerde bulunmak gibi günlük hayatın sıradan etkinlikleri, güvenlik endişesiyle “düşünülmeden yapılamayan” eylemler haline geldi.
Peki toplum bu endileşeli ruh haliyle nasıl başa çıkıyor? Bunu yaparken destek bulabiliyor mu? Derinleşen kutuplaşma toplumun psikolojisine nasıl yansıyor? Siyaset bu kutuplaşmanın neresinde? Bir insanın, başka insanları öldürebilmek için kendi hayatından vaz geçmesi neyin sonucudur?
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Psikoterapist Yrd. Doç. Murat Paker’e sorduk.
Son zamanlardaki terör olayları toplumun psikolojisini nasıl etkiledi?
Türkiye bu süreçte bir korku tüneline sokuldu. Özellikle son bir ayda yaşadıklarımız bizi korku ve bunalıma soktu. Bu süreçte basından duyduğumuz “daha çok bomba var” haberleri çok ciddi bir güvensizlik yarattı ve bazı yabancı dış ülkelerin uyarılarda bulunup bunların doğru çıkması özellikle toplumda güvensizlik ve travma yarattı.
Daha önceki patlamalardan sonraki yazılarınızda kronikleşmiş travma konusuna değinmiştiniz, toplumda 1999 depremi sonrasında deprem fobisi oluşmuştu. Canlı bomba saldırıları, sağlanamayan güvenlik toplumda bir terör fobisi oluşturur mu ? Bunun etkileri ne olur?
Böyle devam ederse tabi insanları paranoyaklaştırır. İnsanlar güvenebilecekleri bir zemin kalmadığını gördüğünde ve bu kadar yoğun bir güvenlik kaygısı nedeniyle sinerse, güçlü bir otoritenin gelip güvenliği sağlama beklentisine götürür. Her an her köşede bomba patlayabilir diye hissederek ne kadar yaşayabiliriz? Bu böyle çok sürdürülebilir bir şey değil bir süre sonra insanlar “ne olursa olsun bu iş bitsin, biri gelsin bitsin” demeye başlarlar ve mevcut iktidar mevcut güç odakları çok ciddi bir aşınmaya uğrar. Mevcut otorite aşındığında insanlar yeni bir otorite ihtiyacı hisseder. Zaten şuan toplumun yarısı mevcut güç odaklarına güvenmiyor bu böyle sürerse de örneğin toplum bir askeri darbeyi destekleme psikolojisine girebilir. “Gelsinler, kurtarsınlar” gibi, sağlıksız, demokrasi dışı yerlere de gidebilir olaylar. Bu tansiyonun biran önce düşürülmesi ve rasyonel düşünebilmek lazım.
“Ücretsiz psikolojik destek veriliyor”
Ankara Katliamı’nda hayatını kaybedenlerin yakınları, yaralılar ve tanıklar için yaklaşık bir yıl süreyle psikososyal destek vermek üzere “Psikososyal Dayanışma Ağı” kuruldu. Bu gibi ağların ne gibi faydaları olur?
Toplumsal olaylar yaşanıyor, bombalar patlıyor, zarar gören sadece yaşamını yitirenler olmuyor. Bunların arkalarında bıraktıkları aileleri de çok ciddi bir kaygı ve depresyon yaşıyor. Yaşananları bazı insanlar çabuk atlatabiliyor fakat bazı insanlar çok ciddi sorunların yaşayıp desteğe ihtiyaç duyabiliyor. İnsanlar 10 saat morgun önünde yakınlarının parçalanmış cesetlerini bekliyorlar ve çok büyük travma yaşıyorlar. Bir anda yaşanan bu olayların sonunda psikolojik destek ihtiyacı ortaya çıkabiliyor. Normal sağlık kuruluşları teşkilatsız oldukları için anında cevap veremiyor. Bunun gibi gönüllü kuruluşlar yardıma ihtiyacı olan insanlara tamamen ücretsiz ve ya cüzi miktarlarda kısa ve uzun dönemli hizmet verebiliyor. Bu konuda maalesef tecrübeli bir ülke olduğumuz için psikologlarımız da çok tecrübeli ve bilgili bir hale geldi.
Siyasi aşınma ve yeni otorite ihtiyacından bahsettiniz. Peki politik aktörler terör saldırılarını siyasal bir araç olarak kullanmayı ister mi? Örneğin “güvenlik sorununu başkanlık sistemi ile çözebiliriz” gibi..
Çok güzel bir soru olduğunu düşünüyorum, bence yakın zamanlara kadar böyle bir düşünce vardı. Hatta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 1 Kasım seçimlerini böyle kazandığını düşünüyorum. Bir istikrarsızlık yaratıp “bakın istikrar benim beni seçmeniz lazım yoksa hayatınız cehenneme döner” dedi. Orada işine yaradı. Kontrollü bir istikrarsızlık istiyorlardı, işlerine yarayacak şekilde ama bence kontrolden çıktı iş artık. Mevcut görünüm hükümetin de işine yarayabilecek bir durum değil, sokakların bu kadar ıssız olduğu, derbi maçının yapılamadığı, alışverişin yapılamadığı, turizmin çöktüğü bir Türkiye hiç kimsenin işine gelmez. Bu toplu çöküş demek. Ama toplum olarak bunu düşünebilecek rasyonelliği kaybettik maalesef.
Canlı bomba psikolojisi
Bir insan neden canlı bomba olarak kendisine ve diğer insanlara zarar vermek ister? Nasıl bir psikolojidir?
Canlı bombaların psikolojileri karışık, önemli ve çok faktörlü bir mesele. Baktığımızda intihar eğilimli insanlar vardır bu insanlar çektikleri ıstırap veya yaşadıkları sorunlardan dolayı kendini ortadan kaldırmayı düşünebilir. Başka bir grupta ise başkalarına zarar verme eğilimli insanlar var. Normalde bu iki grup örtüşmez. Canlı bomba işinde bu iki durumun üst üste bindiğini görüyoruz. Hem kendini öldüreceksin hem de öldürürken inandığın bir dava uğruna da bir sürü insana zarar vereceksin. Ne kadar çok insan öldürürseler o kadar iyi onlara göre. Görebildiğimiz kadarı ile burada iki tür var. Birincisi İslamcı gruplar. Burada ana motivasyon kaynaklarından birisi cennet düşüncesi ve cihat için kendini feda etmek. Bir de dini ideolojiye dayanmayan bazı hareketlerin bu eylemleri yaptığını görüyoruz. Örneğin PKK. Burada da davaya ciddi bir inanç söz konusu. Kürtler için veya içinde bulunduğu grup için kendini feda ederek o grubun siyasi amaçlarına katkıda bulunmak, o grubun tarihinde önemli bir yer edinmek için bu şekilde canlı bomba eylemlerini yaparak kendilerini ve çevresindekileri öldürmeyi düşünüyorlar.
Başka psikolojik etkenler de var. Henüz tam olarak bunların araştırmasını yapmak mümkün olmuyor çünkü canlı bomba olmuş o psikoloji içinde o bombayı patlatmış ve ölmemiş insan yok. Yurt dışında kendini patlatmadan yakalanmış bazı insanlar var. Onlarla görüşüldüğü zaman ortaya tek bir profil çıkmıyor. Düşündüğümüz zaman bu işi yapabilecek insan profili olarak, kendini değersiz gören, hayattan umudu olmayan, eğitim seviyesi düşük insanları düşünürüz. İlla öyle değil; üniversite mevzunu, işi gücü olan, toplumda yer edinmiş insanların da bu yola saptığını görüyoruz.
Bu olayla ilgili iki temel duygu durumunun özgün bir şekilde bir araya geldiğini söyleyebiliriz: Birincisi çaresizlik. “Ben başka yollar ile bu davaya katkıda bulunamam, katkıda bulunmak için tek çarem bu” düşüncesi etkili oluyor. İkinci bir duygu ise “yoğun bir öfke” duyulması. Baskı ve ezilmişlik hissiyatı. Bu iki duygu ve diğer motivasyon kaynakları bir araya geldiğinde insanların canlı bomba olma ihtimali artıyor. Kesin olur diyemeyiz çünkü bir çok insan bunu kabul etmiyor. Ama az sayıda insanı bile ikna etseniz etkileri çok büyük oluyor.
Bahsettiğiniz “başka bir şekilde katkıda bulunamam” düşüncesi bu insanlara aşılanıyor ve hissettiriliyor diyebilir miyiz?
Tabi hissettirmeye çalışanlar da var ama sonuçta sıfırdan alamazsın kimseyi öyle bir eğilimi yoksa öyle bir hiç kimsenin kendini öldürecek kadar beynini yıkayamazsın.
Avrupa bize karşı mı?
Örneğin Fransa’da yaşanan terör saldırısından sonra liderler beraber yürüdü. Türkiye’deki saldırılardan sonra kınamalar oldu fakat bu şekilde net bir tepki verilmedi. Siyasal aktörlerin söylemleri de “Avrupa yanımızda değil” algısının kuvvetlenmesine neden oldu. Bu durum halkın psikolojisini nasıl etkiler? Belli fikir akımlarının yükselmesine sebep olur mu?
Öteden beri Türkiye “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” algısının güçlü olduğu bir ülke. Biliyorsunuz depremden sonra bir süre dış yardım almak konusunda bile muhalefet ettik, istemedik, güvenemedik. Yani dışarıya karşı bir güvensizlik yoğun Türkiye’de. Hem kendimizden kaynaklı olan bir güvensizlik sorunu hem de dışarının Türkiye’ye güvenmemesi durumu var. Türkiye’de bir sürü karanlık olay oluyor, ülke demokratik dünyanın bir parçası olarak görülmüyor. Özellikle Gezi olaylarından sonra iktidarın gayri demokratik uygulamaları, baskıları yüzünden şaibeli gözüküyoruz.
Muhtemelen başka bir dönemde, örneğin 2005 yılında iktidarın bu kadar anti demokratik gözükmediği dönemde olsaydı bu patlamalar Avrupa’nın yaklaşımı da muhtemelen farklı olurdu. Sen gazetecilerini yargılıyorsan, sen akademisyenlerini yargılıyorsan sana da kuşkuyla bakıyor Avrupa. Yani kısaca tabi Batı’nın çifte standartlı yanları var fakat bizim de hatalarımız yok değil.
Neden ayrışıyoruz?
Son soru olarak, hepimiz bu ülkede yaşayan insanlarız, Türk, Kürt, Çerkez, Laz gibi etnik kimliklerin benzer aile yapıları, benzer yaşantılar var. Ne oluyor da bu kadar farklılaşabiliyoruz, ayrışabiliyoruz ve illegal bir yapıya bürünebiliyoruz?
Bu soru önemli. Keşke sizin yaştaki gençlerin bunları gerginlik olmadan tartışabileceği, konuşabileceği kanallar olsa. Ben böyle kanalların yaratılmasına katkıda bulunmak çok isterim. Karşıdaki insanın derdini anlamaya çalışarak, birbirinizin pozisyonunu değiştirmeye çalışmadan, en azından karşı tarafı anlayarak konuşulması çok güzel olur. Şiddeti ortadan kaldırıp iletişim yoluna geçmek gerekiyor. Fakat Türkiye’de demokratik mekanizmayı en başından beri doğru uygulayamıyoruz. Cumhuriyetin ilanından sonraki sürece baktığımızda Türklük dışındaki her şey yok sayılıyor. Avrupa asimile politikasını erken uyguladığı için başarılı oluyor fakat Türkiye geç modernleştiği için o treni kaçırmış ama kaçırmadığını sanıp baskı ve asimilasyon ile bu işi çözebileceğini düşünmüş. Bir kısmında bunu başabilirken bir çoğunda bunda başarılı olamamış. Çünkü dağınık yaşamıyorlar, bir bölgede milyonlarca Kürt nüfus var ve asilime etmesi çok zor mesela Lazlar asimile olmuş, çünkü sayıları görece az. Nicelik burada önemli bir etken.
Eğitim asimile etmenin en büyük yolu. O bölgelerde eğitim de olmadığı için asimile edilememiş bir topluluk var. Asimile etme amacıyla birçok olay yaşanmış; devletin baskısına karşı direnişler olmuş, bütün bu direnişler kanla bastırılmış; bu olayların sonucunda da devlete büyük bir güvensizlik ve öfke oluşmuş. Türklerin çoğuna da başka bir hikâye anlatılmış bu sebeplerden ötürü halklar ayrışmış, farklılaşmış.
Sen insanların kimliklerini, dillerini, kültürlerini tanımazsan, saygı göstermezsen, illa “ben üstünüm, herkes bana tabi olacak” diye dayatırsan, bir süre sonra onlar da sana saygı göstermemeye başlıyorlar. Muhalefetin yasal yolları kısıtlıysa da yasadışı yollar arayıp buluyorlar. Türkiye’de sahici bir eşitlik hiçbir zaman kabul edilmediği için, her zaman Türklerin Türk olmayanlara, Müslümanların Müslüman olmayanlara, Sünnilerin Sünni olmayanlara karşı nedense üstün, egemen olmaları dayatıldığı için bugün yaşadığımız sorunların çoğunu bu yüzden yaşıyoruz. Eşitlik temelinde farklılıklara saygıyı gerçekleştirdiğiniz zaman şiddet siyasi gündemden çıkar.