Gezi Direnişi Yazıları

2013 Haziran ayının ilk iki haftasında gerçekleşen Gezi İsyanı’nın 1. yıldönümünde o zaman düzenli yazdığım T24 internet gazetesinde yayınladığım üç makaleyi burada bir arada sunuyorum. Gezi derslerini 10 alt-başlıkta ele alıyorum: 1) Azim, 2) Ekoloji, 3) İsyan, 4) 12 Eylül’e elveda, 5) Şiddetsizlik, 6) Çoğulluk, 7) Yaratıcılık / mizah, 8) Anti-kapitalist ve Devletsiz Nüveler, 9) Hangi GEZİ? 10) AKP ve Erdoğan’ın ilk yenilgisi olarak GEZİ.

***

5 Haziran 2014

Gezi dersleri-1: Azim, ekoloji, isyan ve 12 Eylül’e elveda!

Hafif gecikerek de olsa GEZİ Direnişi’nin 1. yıldönümü bir muhasebe yapmak için iyi bir zaman. Cumhuriyet tarihinde iki hafta boyunca İstanbul gibi bir megapolün en merkezi meydanını yüzbinlerin milyonların kendiliğinden ama kolektif seferberliği ile işgal etmesi eşi benzeri olmayan bir olaydır. Katılanlar da, hükümet de, sosyal ve politik kültürümüz de GEZİ ile birlikte az ya da çok değişmişlerdir, artık eskisinden farklıdırlar. Bu değişikliklerin tam olarak neye tekabül ettiğini henüz yeterince idrak edebilmiş değiliz; bu konularda daha çok kafa patlatmamız gerekecek. GEZİ’nin dinamiklerini kavradıkça Türkiye’de demokratik ve sol bir muhalefeti güçlendirebilmenin dinamiklerini de kavramış olacağız. Bu kısa yazıda başlıklar şeklinde bir giriş denemesi yapacağım.

Azim ve sebat

GEZİ Direnişi tabii ki birden bire başlamadı. Direniş günlerine gelene kadar birkaç yıldır, bir avuç GEZİ gönüllüsü, şehrin merkezindeki çok nadir yeşil alanlardan birinin Topçu Kışlası gibi anlamsız ve korkunç bir proje sonucu betonlaştırılmasına karşı mütevazı ama inatçı bir kampanya yürütüyorlardı. O kampanyanın birikimi, ilişkiler ağı ve İstanbulluların kulağına kaçırdığı kar suyu olmasaydı, şimdi modern Topçu Kışlası’nın yanından içinden geçiyor olabilirdik. GEZİ, ne kadar az olunursa olunsun, haklı bir dava için azim ve sebatla yola devam etmenin ne denli önemli olduğunu gösterdi.

Ekolojik bilinç

GEZİ Direnişi’nin ilk ve en merkezi halkasında halis bir ekolojik bilinç yatmaktadır. İçinde yaşadığımız doğa ve kent ile, kısacası çevremizle saygılı bir ilişkilenme olarak tanımlanabilecek ekolojik bilinç sayesinde insanlar, yeşilin, ağacın, çayırın, kuşun, nefes alabildikleri alanların kıymetini takdir edebilmekte, bunu yaşamsal bulabilmekte, bunun üzerinden türlü bedelleri göze alarak seferber olabilmektedir. Bugün Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında kendiliğinden ya da düşünülmüş ekolojik duyarlılık üzerinden binlerce direniş örgütlenmektedir. GEZİ Direnişi, her şeyden önce, kar ve şan peşinde koşan muktedirlerin kent ve doğa talanına güçlü bir “hop dedik” itirazıdır. Ekolojik bilinç, yeni bir sol muhalefetin merkezi eksenlerin biri olmak durumundadır.

Zorbalık karşısında isyan meşru bir haktır

Sürekli itaat talep eden, farklılıklara ve muhalefete saygı duyamadığı ve kendine göre bir toplum mühendisliği peşine düştüğü için kendine-demokrat-topluma-otokrat bir iktidarın elinin altındaki polis teşkilatını nasıl bir fütursuzlukla kullanabildiğini, kendi halkının bir bölümüne karşı nasıl bir kin ve hınçla zorbalık yaptığını bir kez daha bütün açıklığıyla gördük. Zorbalık yeni değildi, ama zorbalığa karşı böylesi kitlesel bir itiraz yeniydi ve açıklanmaya muhtaçtır. İki faktör öne çıkıyor denilebilir:

  1. Dava (Gezi Parkı’nı betona karşı koruma davası) nereden bakılırsa bakılsın, %100 haklı ve meşru bir davadır. GEZİ öncesi, bir referandum yapılıp halka sorulsa “buraya park yerine Topçu Kışlası yapılsın” diyenlerin oranı çok küçük bir azınlık olarak kalırdı. GEZİ sonrası, AKP ve Başbakan yandaşlarının bir kısmı “yapılsın” tarafına geçmişlerdir, ancak yine de coşkuyla ve kendilerini/başkalarını ikna edebilecek derecede bunun iyi bir proje olduğuna inananların oranı çok çok düşüktür. Dolayısıyla, AKP Hükümeti bir yıl sonra tekrar Soma’da yakalanacağı gibi GEZİ’de de tam bir “Kral Çıplak!” durumu yaşamış, Kışla projesinin ne denli bir rant ve talan projesi olduğunu, kamusal çıkarla hiçbir ilgisinin olmadığını gizleyememiştir.
  2. Son referandum ve genel seçimlerden beri AKP hükümetinin katmerlenerek belirginleşen otoriter ve kibirli tavrının geniş kitlelerde giderek artan bir öfke birikimine yol açmış olması.

Bu iki faktör bir araya gelince, polisin GEZİ’yi bastırmak üzere uyguladığı dizginsiz şiddete isyan dalga dalga yayıldı. Geleneksel jop yerine biber gazı kullanılması sayesinde polis şiddetinin etkilediği ve dolayısıyla öfke ve nefret birikimine neden olduğu insan sayısı da kıyas kabul etmez derecede artmıştı. Başbakan’ın, Hükümet’in ve polisin marifetiyle çok kısa sürede çok geniş bir İstanbullu yurttaş grubu (ve sonra ülkenin başka birçok yerinde insanlar) ayrımsız bir şiddete maruz bırakıldılar. Evlerinden çıkmayan insanlar bile semtler çapında gazla tanıştılar. Polisin gaz kapsüllerini, her tür kuralı ihlal ederek, açıkça ve taammüden hedef gözeterek ateşlemesi ve bu nedenle ölümlere ve ciddi yaralanmalara yol açması öfke ve nefreti daha da kabarttı. Böylesi bir zorbalık karşısında geniş kitleler isyanın meşruluğunu ve kalabalık olmanın heyecanını/gücünü tattılar.

12 Eylül’ün yırtılması

Bu kitlesel isyan sayesinde 12 Eylül 1980 darbesiyle hem yasal/idari planda, ama daha önemlisi halet-i ruhiye alanında büyük ölçüde sessizleştirilmiş, itaatkâr hale getirilmiş toplum, üzerindeki ölü toprağını atıp, “ben de varım!” diyebileceğini gördü. Tabii hemen düzeltme yapalım, Türkiye’nin Kürtleri PKK’nın öncülük ettiği isyan sayesinde 12 Eylül’den çoktan çıkmışlardı. GEZİ sayesinde toplumun geri kalanı da kolektif bir itirazın mümkün ve meşru olduğunu keşfetmiş oldu. GEZİ, katılanları ve genel olarak toplumu özneleştirdikçe, toplumsal depresyon geriledi. Apolitik olduğundan şikâyet edilen genç kuşakların nasıl bir potansiyel taşıdıkları umutla görüldü.

***

10 Haziran 2014

Gezi dersleri 2: Şiddetsizlik, çoğulluk, yaratıcılık / mizah

Şiddetsizlik

GEZİ Direnişi çok büyük ölçüde bir sivil itaatsizlik eylemiydi ve asıl kitleselleşebilme ivmesini bu olgunluk ve barışçıllığından aldı. Taksim ve Gezi Parkı’nda polis yokken, asayiş tamamen berkemaldi, suç ve şiddet görülmedi. Ne zaman ki polis hamle etti, o zaman ağır bir polis terörü yaşandı. GEZİ eylemcileri, polis terörüne karşı, bazı istisnalar dışında savunmacı-direniş konumunda kaldılar. Barikatlar, polis teröründen korunmak için dikildi. Eylemciler, bütün direniş boyunca hiçbir ateşli silah kullanmadılar. Az sayıda kişi ve grup, polise nadiren molotof ve taş attı, ama bu tür sivil itaatsizliğin dışına çıkan eylemler genel kitle tarafından benimsenmedi, mümkün olduğunda engellendi.

GEZİ’nin bu denli kitleselleşebilmesinde, polis terörü karşısında eylemcilerin çok büyük ölçüde şiddetsiz savunmacı-direniş konumunu sürdürebilmiş olmaları kritik bir yer tutuyor. GEZİ, asıl eksenini karşı-şiddet üzerinden kurmuş olsaydı, hem bu kadar kitleselleşemez, hem de çok daha kısa bir sürede bastırılmış olurdu. Nitekim, eylemcilerin karşı-şiddetinin de görece daha fazla kullanıldığı Ankara gibi diğer bazı şehirlerde kitlesellik çok kısıtlı kaldı. GEZİ-sonrası süreçte giderek artan biçimde gördüğümüz gibi, eylemcilerin karşı-şiddeti (buna “devrimci şiddet” diyenler de var) arttırdığı durumlarda kalabalıklar hızla eridi. Erdoğan’ın, Hükümet’in ve de Polis’in, “şu eylemciler biraz şiddet uygulasa da tepelerine binme arzu ve ihtiyacımızı topluma daha rahat anlatabilsek” tarzı bir akıl yürütme içinde olduklarından emin olabiliriz.

GEZİ’nin en önemli derslerinden biri, muhalif/sol bir demokrasi hareketi, sen-ben-bizim-oğlanın ötesine geçip kitleselleşmek ve gücünü bu kitlesellik ve akıl/yaratıcılık üzerinden kurmak istiyorsa, ısrarla ve ilkesel olarak karşı-şiddetten uzak durmalı ve direnişini sivil itaatsizlik üzerine kurmalıdır.

Çoğulluk

Hemen herkesin vurguladığı gibi, GEZİ’nin alamet-i farikalarından biri barındırdığı çoğulluktu. İrili ufaklı bütün muhalif renkler GEZİ’de yer aldı: Her tür solcusundan bilumum demokratik kitle/meslek örgütüne, Kürtlerden ekolojistlere, LGBTİ hareketlerinden feministlere ve anti-kapitalist Müslümanlara kadar çok renkli ve heterojen bir kitle iki hafta boyunca şehir agorasında yan yana, etkileşerek ve en önemlisi ortak bir demokratik zemin yaratarak var oldu.

Bu GEZİ bileşenlerinin aralarındaki bunca ayrıma rağmen, nadir bazı gerilimler dışında barışçıl bir şekilde bir arada durabilmeleri ve ortak bir direniş iradesi gösterebilmeleri Türkiye’nin demokrasi kültürü açısından çok önemli bir kazanım oldu. Empoze edilen ya da edilebilecek bir liderlik yoktu. Birileri liderlik empoze etmeye kalksa en hafifinden alay ve mizahla karşılanırdı.

GEZİ, Türkiye toplumunun ne denli dallanıp budaklanarak ayrımlaşmış olduğunu, tek merkezli bir muhalefet hülyasının ne denli geçersiz olduğunu, yeni dönemde ancak eşdeğerlilik ve saygı temelinde bir araya gelen, geniş koalisyonlara dayanan, çok-katmanlı, çok-odaklı ve çok-meseleli, esnek ve yaratıcı muhalif hallenmelerin bir şansı olabileceğini göstermiş oldu.

Yaratıcılık ve Mizah

“Kahrolsun Bağzı Şeyler” gibi birçok olağanüstü slogan üretebilmiş ve keskin bir mizahı yanında hiç eksik etmemiş olan GEZİ, bu alanda da Türkiye sol/demokrasi mücadele tarihinde önemli bir çığır açmış oldu. GEZİ’nin Erdoğan ve Hükümet karşısındaki en net hegemonyası yaratıcılık ve mizah alanındaydı. GEZİ mizahı sayesinde muktedirler madara oldu ve en önemlisi madara olduklarını ve tüm despotlar gibi kendilerinin bu yaratıcılık ve mizah konularında çok güdük kaldıklarını fark etmek zorunda kaldılar. Mizah sayesinde GEZİ, sadece bir alan/park işgali olmakla sınırlı kalmadı, gönülleri de işgal etti. Mizahın, silahtan çok daha etkili bir araç olduğu keşfedildi. Park işgali bitti, ama gönül işgali devam ediyor/edecek.

Mizahın, muktedirleri madara etme ve bu nedenle zıvanadan çıkarma işlevinden başka, direnişçiler arasında ortak bir duygudurumu yaratma ve şiddetli/gazlı zorlukları daha kolay atlatabilmeye katkı gibi diğer bir önemli işlevi olduğu görüldü. GEZİ’den sonra, asık suratlı geleneksel muhalif hareketlerin ömürlerini tamamlamış olduğu söylenebilir.

***

27 Haziran 2014

Gezi dersleri-3: Hangi Gezi?

Bu üçüncü yazıyla GEZİ Dersleri dizisini tamamlıyorum. İlk yazıda GEZİ’den çıkarabileceğimizi düşündüğüm derslerin ilk dördünü ele almıştım: Azim, ekoloji, isyan ve 12 Eylül’e elveda! İkinci yazıda Şiddetsizlik, Çoğulluk ve Yaratıcılık/Mizah üzerinde durmuştum.

Son birkaç noktayla konuyu şimdilik bağlayalım:

Anti-kapitalist ve Devletsiz Nüveler

Artık daha çok gözden kaçıyor ya da kaçırılıyor ancak, GEZİ direnişine bir bütün olarak bakarsak birçok açıdan ciddi anti-kapitalist nüveler içerdiği görülebilir ve bu özelliği ne kadar vurgulansa azdır.

Anti-kapitalist duruşun ilk düzeyi kuşkusuz, ücretsiz ortak kullanıma açık olan kamusal bir alanın dönüştürülerek bir rant/kâr mekanı haline getirilmesine yönelik net itirazdır. GEZİcilerin önemli bir kısmı bu itirazla yetinmemiş ve hayal ettikleri dünyanın küçük nüvelerini sembolik, geçici, kısıtlı da olsa GEZİ alanı içinde gerçekleştirmeyi denemişlerdir. Parasız, ücretsiz, kârsız, patronsuz, efendisiz bir özgürlük alanında müthiş bir yaratıcı dayanışma ile yemek, sağlık, temizlik, kütüphane, çocuk bakımı, iletişim/medya, güvenlik gibi ihtiyaçlar gayet etkili bir şekilde karşılanmaya çalışılmıştır. Romantize etmemize, aşırı yüceltmemize gerek yok tabii, ama epey kalabalık bir kitlenin karşılanması epeyce zor ve karmaşık bir örgütlülüğü gerektiren bu ihtiyaçlarının karşılanabilme düzeyi, hızı, yaratıcılığı her şeye rağmen çok etkileyiciydi.

Öyle ki her zaman belli bir düzeyde asayiş sorunu olabilen Taksim bölgesinde, polisin olmadığı GEZİcilerin işgali sırasında herhangi ciddi bir asayiş sorunu yaşanmamıştır.

İster istemez kapitalist dünya içine doğan ve orada formatlanıp tutunmaya çalışan, dolayısıyla gündelik hayatından hayal dünyasına kadar bireycilik, rekabet, hırs, kar/çıkar güdüsü, tüketimcilik vb kapitalist/narsisistik özelliklerle donatılmış bir toplum için GEZİ müthiş bir “buna mahkûm değiliz, başka türlü de olabilir” ufku sunmuştur. Yüzbinlerce insana şu ya da bu düzeyde bu “başka bir dünya mümkün” virüsü bulaşmıştır. Önemlidir, beslenmesinde/serpilmesinde fayda olan bir virüstür.

Hangi GEZİ?

GEZİ kitlesi tabii ki çok parçalıydı. Dertler, amaçlar, donanımlar, duygular, hedefler, yöntemler, kimlikler, alabildiğine çeşitliydi. Bununla beraber, birkaç söylem/eylem öbeklenmesi olduğu ve bu öbeklenmeler arasında açık bir çatışma olmasa da, bir gerilim ve rekabet olduğundan bahsedilebilir. Kitlesel bütün sosyo-politik hareketler için kaçınılmaz bir iç politik mücadele boyutudur bu. Bir miktar kaba genellemeyi göze alarak GEZİ’de hissedilen en az üç ayrı söylem/eylem damarı olduğu söylenebilir:

1. Ulusalcılar: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının tarif edebileceği kitle. Birilerinin askeri olmaktan gocunmayacak, temel mobilizasyon saiki AKP-karşıtlığı olanlar. Ulusalcılar, GEZİ’ye gayet araçsalcı bir şekilde yaklaştılar. Hükümet yıpranıyorsa (hatta yıkılabilirse) iyiydi, uzun boylu bir sistem eleştirisine gerek yoktu. Mesele iktidarın kimlerde olduğuydu bu kesim için. Ulusalcılar, yer yer deneseler de GEZİ kitlesi içinde ne söylemsel ne de eylemsel olarak bir hâkimiyet kuramadılar, hatta GEZİ çoğunluğunun kendiliğinden özgürlükçü halleri karşısından epeyce anakronik (çağdışı) kaldıkları söylenebilir.

2. Geleneksel sol/sosyalist kesim: Hem dünyada hem de Türkiye’de net bir yenilgiye uğramış olan geleneksel sosyalizmin yerel temsilcileri, giderek ufalmış ve etkisizleşmiş örgütsel yapılarını seferber edip, güç devşirebilecekleri bir alan olarak gördüler GEZİ direnişini. Bilindiği gibi, geleneksel sosyalizm, bilimselci/pozitivist, mutlak doğruya sahip olduğu varsayılan öncü partici, sınıf indirgemeci, ağırlıkla açık/örtük Stalinist, devrimi iktidar değişimiyle eşitleyici gibi özelliklerle seyretmektedir. GEZİ direnişi gibi ani, kendiliğinden ve damardan özgürlükçü bir sosyo-politik hareket karşısında bu yapılar tamamen hazırlıksız yakalandılar, ama kısa sürede bir ucundan eklemlenmeye çalıştılar. Yukarıda saydığım geleneksel özelliklerinden ne kadar uzak durabilirlerse direnişe katkı sunabildiler. Ne denli o özellikleri ön plana çıkardılarsa da insanları kendilerinden uzaklaştırdılar. GEZİ ruhunu taşıma kapasitesi, esnekliği ve yaratıcılığı konusunda çok ciddi dezavantajları olan, ama örgütsel deneyim, donanım, ısrar gibi avantajları da olabilen bir kesim.

3. Yeni ama amorf sol kesim: Bu kesimde ya geleneksel sosyalist kesimden kopup, özgürlükçü bir dönüşüm geçirip gelen ya böyle bir geçmişi olmasa da ilk politizasyon dalgasını özgürlükçü, ekolojist, feminist, LGBTİ aktivizmi, anti-militarist, radikal demokrat ya da Müslüman tınılı sol duyarlılıklar üzerinden yaşamış oldukça çeşitli, çok parçalı, dağınık, ortak örgütsel yapılara henüz pek sahip olmayan, bütünleşik mücadele konusunda henüz çok deneyim biriktirememiş her yaştan aktivist var. GEZİ’yi başlatanlar da, sürükleyenler de, şimdi GEZİ deyince akla gelen çoğu şeyin müsebbibi olan bu kesim.

[Ara not: Kürt siyasi hareketini doğrudan doğruya bu üç damardan birine eklemek pek mümkün görünmüyor. Bu hareket daha çok, bir ayağını geleneksel sol damara sağlam bir şekilde basarken, diğer ayağıyla yeni sol damarı da yoklayan bir duruş sergiliyormuş gibi duruyor.]

GEZİ’ye katılanların çoğunluğu, bu üç damardan birinin destekleyicisi/taşıyıcısı değillerdi. Örgütsüzlerdi, çoğu ilk defa sokak eylemine katılıyordu. Dolayısıyla GEZİ’ye ana karakterini vermek için bilerek ya da bilmeden rekabet eden bu üç damardan etkilenmeye açıklardı. Hala da öyleler.

Dolayısıyla “Hangi GEZİ?” sorusu çok önemli bir soru ve muhtemelen bu soruya vereceğimiz teorik ve pratik cevaplarımız önümüzdeki on-yirmi yılda Türkiye’deki sol muhalefetin nasıl şekilleneceğini belirleyecek. Bu cevapların ayrıntılarını başka yazılarda ele almak üzere şimdilik bir yana koysak da, Türkiye’de sol muhalif bir çıkış olacaksa, bunun ulusalcı ve geleneksel sosyalist damardan olamayacağı şimdiden belli. Bu iki damar da yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilmeye devam edecekler.  GEZİ’yi GEZİ yapan o üçüncü (yeni-özgürlükçü-amorf-dağınık-çoğul-sol) damarın sosyo-politik bir dirayet gösterip göstermeyeceğini, gösterebilirse bunu nerede, hangi kanallar üzerinden yapabileceğini şu anda söylemek mümkün değil. Ama bir şey olacaksa, bu damarın serpilmesi, kendi örgüt formlarını yaratması/güçlendirmesi üzerinden olabilir.

AKP ve Erdoğan’ın ilk yenilgisi olarak GEZİ

GEZİ, şimdi durulmuş, geri çekilmiş, hatta kimilerine göre yenilmiş gibi görünüyor ya, durum öyle değil. GEZİ, birçok koşulun bir araya gelmesiyle, kendiliğinden tarzda kısa sürede çok geniş bir güç yoğunlaşmasına ulaşmış ve ilk çıkış hedefini fazlasıyla gerçekleştirmiş, Gezi Parkı’nın park olarak kalmasını, her düzeyde çok yoğun bir taarruza rağmen sağlamış bir harekettir. O denli muktedir Erdoğan ve AKP’ye Gezi Parkı’yla ilgili söylediklerini yutmak zorunda bırakan bir hareket, olağanüstü bir başarı göstermiştir. Her vesileyle söylemek lazım, GEZİ, AKP ve Erdoğan’ın ilk ve şimdilik tek yenilgisidir. Sırf bu nedenle bile her zaman ilham ve heyecan kaynağı olacaktır.

Geçen yıl böylesi bir başarı gösteren GEZİ oldu diye, artık her zaman katılaşma derecesinde yoğunlaşmış bir GEZİ olmasını beklemek gerçekçi değildir. GEZİ, iktidar değişimi gibi dar anlamda siyasi sonuçlar üretebilecek katılıkta bir hareket olmaktan çok, politik kültürümüzü ciddi derecede etkilemiş ve etkilemeye devam edecek olan, akışkanlık derecesi yüksek bir hareket ve daha önemlisi bir ruhtur. GEZİ ruhunu, geçen yılki hareketten sonra şimdi bu ülkenin atmosferine karışmış bir su buharı, ne zaman yoğunlaşıp nereye nasıl yağacağı belli olmayan bir su buharı olarak düşünelim. Yağmur hayattır, daha çok yağacak!