Dokunulmazlığa Dokunmadan…
Konumuz bağlamında dokunulmazlık (ya da cezasızlık – impunity), yasadışı eylemlerde bulunanların yasal süreçlerden, yaptırımlardan, cezalardan ve genel olarak bu eylemlerinin sorumluluklarından bağışık olma durumudur.[1] Türkiye’de oldukça aşina olduğumuz işkencecilerin ve diğer hak ihlali faillerinin[2] dokunulmazlıktan yararlanması farklı tür ve düzeylerde ortaya çıkabilmektedir: Gereken soruşturmaların yapılmaması, soruşturma yapılmasına izin verilmemesi, izin verilen durumlarda bile durumu kapatmak üzere uygunsuz soruşturma yapılması, sanıkların mahkemeye çıkarılmaması, zaman aşımına oynanması, yargılama aşamasına ulaşabilen vakalarda adil olmayan, sanıkları aklama ya da suçu minimalize etmeye yönelik bir yargı süreci yaşanması, hüküm verilen durumlarda bile suçla orantılı olmayan en az düzeyden ceza verilmesi veya cezanın azaltılması ya da ertelenmesi için türlü yöntemlerin kullanılması, ceza alanların yakalanmayabilmesi, kaçmalarına göz yumulması. Çeşitli düzeylerde ve tiplerde dokunulmazlıktan yararlanan işkencecilerin genellikle işkence suçunu işledikleri işlerine devam ettirildiği ve bir çok durumda terfi aldıklarını biliyoruz.
İşkencecilerin faydalandığı bu dokunulmazlık halesi, münferit vakalarla sınırlı değildir, sistemik/kurumsal bir nitelik arzeder. Rejimin otoriter niteliği arttıkça, dokunulmazlığın sistemik/kurumsal derinliği artar ve dokunulmazlık kültürü, politik kültürün ayrılmaz bir parçası haline gelir. Bu aynı zamanda bir korku kültürüdür, çünkü işkence mağduru yasal mercilere şikayetini bildirdiğinde, faillere bir şey olmayacağını ve hatta kendisinin ve yakınlarının başına daha beter şeyler gelebileceğini bilir. Total olarak işkenceci karaktere sahip rejimlerde (örneğin Türkiye’deki 12 Eylül askeri diktatörlüğü dahil bütün askeri ve faşist diktatörlükler), bu dokunulmazlık kültürü, rejimin en üst düzey sorumlularından en alt düzey görevlilere dek çatlaksız bir şekilde yayılır ve bu yolla toplumun suskunlaştırılması amaçlanır. Otoriter niteliği, bugünkü Türkiye gibi, daha kısmi olan rejimlerde ise, örneğin hükümet işkenceyi bitirmek istese ve kararname üstüne kararname çıkarsa bile, dokunulmazlık zırhına katkı sağlayan öyle çok katman ve aygıt vardır ki, işkenceyi sadece merkezi emirlerle durdurmak mümkün değildir. Merkezi düzeyde işkenceye tolerans gösterilmese bile, yerel düzeyde polis, asker ve yargı, işkencecilere dokunulmazlık tanıyarak işkencenin devam etmesini sağlayabilirler. Örneğin “faili meçhul” cinayetlerin merkezi emirlerle sona erdirilmesi daha kolayken, işkence bu niteliğinden ötürü çok daha direngendir.[3] O yüzden işkence ile mücadele, yerele inen, toplum için kurumsal saydamlaşmayı sağlayan, çok katmanlı ve ısrarlı bir takip gerektirir.
İşkence ve diğer insanlık-dışı, zalimane muameleler gibi travmatik olaylar, maruz kalanı şu ya da bu düzeyde, fiziksel ve/veya psikolojik ve/veya sosyal olarak incitir, mağdur eder. Mağduriyetin derecesi ve süresi, bir çok faktöre bağlı olarak kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterir. İşkence gibi insan hakları ihlallerinin etkisi sadece mağdur ve yakınlarıyla sınırlı değildir. Sistematik olarak uygulanan işkence, dalga dalga toplumun geniş kesimlerini travmatize eder.[4] Kısıtlı miktarda da olsa psikoloji alanında yapılan araştırmalar, faillerin dokunulmazlıktan yararlanmasının mağdurların psikolojisini daha da olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir.[5]
İşkencecilerin dokunulmazlığı, işkence mağdurunun kendini ifade etmesini, yaşadıklarını paylaşabilmesini ve kamusal tanınma talep etmesini engellemiş olur. İşkence sırasında hiçleştirilmiş olan mağdur, işkence sonrasında da bu kez yaşadıklarını aktaracak bir ses edinemeyerek ve bu sesi duyabilecek toplumdan yankı bulamayarak yine hiçleştirilmiş olur.[6] Bu anlamda işkence, psikolojik olarak sürer, kronikleşir. Yapanın yanına kar kalır.
İşkence ve diğer politik şiddet yöntemlerinin, maruz kalanlar üzerindeki psikolojik etkileri sadece travmatik stres, depresyon gibi zorluklar değildir. Bu tür travmalar geniş bir mağdur ve yakınları kesiminde daha sert politizasyon üzerinden yürüyen intikam duygularının kabarmasına da neden olur. Faillerin faydalandığı dokunulmazlık zırhı, bu intikam duygularının ve buna bağlı karşı-şiddet dalgalarının kabarmasına büyük katkıda bulunur.
Varolan politik sistem/düzen, bir bütün olarak ya da kısmi parçaları üzerinden failleri korur, gözetir, bunun için de onlara dokunulmazlık tanır. Çünkü çıkar ve tehdit algısı birlikleri vardır, yasadışı da olsa, pis işleri birilerinin yapması ve tehdidin bertaraf edilmesi gerektiğine inanılır.
Dokunulmazlık zırhı, melanetin çapının gizli kalmasına yardım eder. Kendisine dokunulmayacağını bilen alt düzey bir görevli üstlerini korur. Kendi sorumluluğunun açığa çıkmasından endişe eden üst düzey görevli astlarını korur, dokunulmazlıktan faydalanmaları için elinden geleni yapar.
Daha açık diktatörlüklerde ise, 12 Eylül paşalarının yaptığı gibi, dokunulmazlık zırhı anayasal güvence altına alınmaya çalışılır. Failler, çok arzulamalarına rağmen, insan hafızasının unutma kapasitesine güvenmez, kendilerini sağlama almaya çalışırlar.
Tehdit algısının nesneleri, düşmanlaştırılmış ötekilerdir. Düşman, bizimle eşdeğer değildir, insan-altı bir varlıktır, herhangi bir hakkı hukuku yoktur; düşmanı bertaraf etmek için her yol mübahtır. Dolayısıyla failler için atış serbest olmalıdır, elleri titremeden ve “sonradan başıma bir iş gelir mi?” diye düşünmeden davranabilmelidirler. “Düşman-öteki” olarak etiketlenmiş toplumsal gruplara karşı resmi görevlilerin faydalandıkları dokunulmazlık zırhı, bu etiketlemeyi sahiplenen egemen toplumsal gruplara da “düşman-öteki”lere yönelik şiddet sergileme konusunda cesaret verir.
Faillere tanınan dokunulmazlık zırhının arkasında hukuk düzenine derin bir inançsızlık yatmaktadır. Meselelerin hukuk içinde yasalara bağlı kalınarak çözülemeyeceğine inanılır. Toplum da sürekli buna tanık olur. Toplumsal çürümenin, toplumda şiddet eğiliminin artmasının, kurumlara güvensizliğin ve “kendi adaletini kendin sağla” sınır-tanımazlığının arkasındaki önemli besleyici faktörlerden biri bu dokunulmazlık zırhıdır.
Dokunulmazlıklarla nereye kadar?
Kanlı çatışmalı bir dönemden geçmiş/geçen ve/veya yoğun insan hakları ihlalleri yaşamış/yaşayan ülkelerde, bir uzlaşma ve/veya demokratik geçiş imkanı ortaya çıktığında, faillerin dokunulmazlığı meselesi oldukça kritik bir hal alır. Türkiye de bugün böyle bir imkanın hissedildiği bir ülkedir.[7]
Temel sorumuz şudur: Dokunulmazlıklara dokunmadan görece de olsa bir toplumsal barış ortamına ulaşmak mümkün müdür?
Bu soruya, iktidar elitlerinden türeyen geleneksel cevap: “Eski yaraları kaşımak, kanatmak anlamına gelir, bu da daha fazla huzursuzluk demektir, geçmişi geçmişte bırakmak gerekir, toplumsal barışa ancak böyle yeni/beyaz bir sayfayla ulaşabiliriz” şeklinde özetlenebilir.
Bu geleneksel yaklaşımın, toplumsal dönüşümden ve demokrasinin derinleşmesinden korkan, statükocu ve muhafazakar bir yaklaşım olduğunu belirtmek gerekir. Bu yaklaşım, unutmayı telkin eder ve bundan medet umar. Oysa, hakikatler unutulmaz (silinmez). Bireysel ve sosyal hafızamız bize kabaca iki imkan tanır:
- Ya hakikatlerimizi bastırarak/kopuşturarak bilinçdışına atarız; böylece unutmuş gibi yaparız ve bu savunmacı manevraların bedellerini zaman içinde kopuşturulan parçaların dengemizi bozacak şekilde değişik yollarla geri gelmesiyle öderiz.
- Ya da en başta ne kadar canımızı acıtsa da hakikatlerimizle yüzleşerek, yeni anlamlar kurarak, unutmadan, bu tatsız anıların duygusal yükünü azaltıp daha da olgunlaşarak yolumuza devam ederiz.
Toplumsal barış yolunda mesafe almak istiyorsak, sadece negatif barışla (işkence ve diğer şiddet uygulamalarının sona ermesi) yetinemeyiz. İnsanların ve insan gruplarının fiziksel ve psikolojik potansiyellerini gerçekleştirmelerini engelleyen yapısal şiddetin, sistematik baskının ve derin eşitsizliklerin yokluğu (ya da toplumsal adaletin varlığı) anlamına gelen pozitif barışı ciddiye almak zorundayız.[8] Konumuz bağlamında toplumsal adalet, işkence ve diğer politik şiddet uygulamalarının ne zaman, nerede, nasıl, ne amaçla ve kimler tarafından gerçekleştirildiğinin ortaya çıkarılması, bu bulguların resmen tanınması ve toplumsallaştırılması, mağdurların onurlandırılması (özür + tazminat) ve bir daha bu tür uygulamalarla karşılaşılmaması için gereken bütün önlemlerin alınması üzerinden sağlanabilir. Bu yüzleşme perspektifinde, faillerin sorumluluğunun tesisi en kritik adımlardan biridir. Kimler, nelerden sorumludur, açıkça belli olmalı ve bu bilgi toplum tarafından öğrenilmelidir. Bu anlamda, dokunulmazlıklara yer yoktur. Toplumsal barış ve adalet yolunda mesafe alabilmek için asgari standart budur.
Bu asgari standardın ötesinde barış sürecinin somut olarak nasıl şekilleneceği, şiddet-yüklü/çatışmalı bir dönemden barışçıl bir döneme geçiş yapan ya da yapmaya çalışan her bir toplumdaki güç dengelerine ve kaynaklara bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Kimi toplumlarda, sadece negatif barışla yetinilerek, çatışan iki taraf, her iki taraftaki faillerin dokunulmazlıklarını sağlama alarak birbirleriyle anlaşabilmişlerdir (örneğin Kamboçya ve Haiti). Bir yüzleşme süreci yaşanmadığı için bu toplumlarda barışçıl süreç kırılgan ve kısa süreli olmuştur. Pozitif barış / toplumsal adalet ilkesini içeren ve dokunulmazlıkları reddeden yüzleşme perspektifi ciddiye alındığında dünyadaki örnekler kabaca iki gruba ayrılabilir: 1) Failleri yargılayıp cezalandıran cezalandırıcı adalet peşinde koşan modeller (örneğin uluslararası veya ulusal savaş suçları mahkemeleri). 2) Hakikat komisyonları gibi mekanizmalarla hakikatlerin ortaya çıkması, sorumluların saptanması, mağdurların onurlandırılması gibi hedefleri gerçekleştirmeye çalışan, ama suçlarını kabul edip, katıldıkları olayları ayrıntılı olarak anlatıp, mağdurlardan özür diledikleri takdirde faillere ceza vermeyen onarıcı adalet peşinde koşan modeller (örneğin Güney Afrika).[9] Her iki modelin de güçlü ve zayıf yanları vardır ve özgül sosyo-politik koşullara göre değişik oranlarda bir melez yaklaşımın daha makul olduğu düşünülebilir.[10] Her iki modelde de faillere dokunulmaktadır; cezalandırıcı adalet modelinde hukuki/cezai olarak, onarıcı adalet modelinde sosyo-psikolojik olarak.
Toparlarsak: Dokunulmazlıklara dokunmadan yüzleşemeyiz; yüzleşmeden toplumsal barış yolunda anlamlı bir mesafe alamayız. Demokrasinin derinleşmesi için dokunulmazlık meselesini ısrarla aktif politik gündemin içinde tutmak gerekmektedir.
[1] Opotow, S. (2001). Reconciliation in Times of Impunity: Challenges for Social Justice. Social Justice Research,14:2, 149-170.
[2] Dokunulmazlıktan yararlanan bu failleri, tabii ki sadece işkencecilerle sınırlamak doğru olmaz. Derin devlet manipülasyonlarında rol alan, türlü cinayet ya da katliamları gerçekleştiren devlet görevlileri ve devletin kullandığı ya da göz yumduğu kişi ve gruplar, darbe tezgahları peşinde koşanlar da dokunulmazlık şemsiyesinden alabildiğine yararlanmak isterler. Bu kişi ve grupların çoğu, kendilerine bir takım güç odakları tarafından dokunulmazlık güvencesi verildiği için ya da dokunulmazlık güvencesini daha önceki örneklere bakarak varsaydıkları için bu işlere girerler. Bunlara ek olarak, medyada, akademide, yargıda, iş dünyasında ve başka düzeylerde bu suçluları şu ya da bu şekilde koruyan, onlara arka çıkan geniş bir işbirlikçi çevre de dokunulmazlık peşindedir. Metin içinde dokunulmazlık meselesi temel olarak işkenceciler üzerinden anlatılmakla birlikte, çoğu argüman bu tür suçlular ya da işbirlikçileri için de geçerlidir.
[3] Finnemore, M. & Sikkink, K. (1998). International Norm Dynamics and Political Change. International Organization, 52:4, 887-917.
[4] Paker, M. (2003). Boğazımızdaki yumru: Türkiye’de işkence. Birikim, 172, 10-22.
[5] * Başoğlu, M., Jaranson, J. M., Mollica, R., Kastrup, M. (2001). Torture and mental health: A research overview. E. Gerrity, T. M. Keane, F. Tuma (Der.), The mental health consequences of torture (s. 35–62) içinde. New York : Kluwer Academic/Plenum Publishers.
* Lira, E. (2001). Violence, fear and impunity: Reflections on subjective and political obstacles for peace. Peace and Conflict: Journal of Peace Psychology, 7:2, 109-118.
* Lykes, M.B., Beristain, C.M., Pérez-Armiñan, M.L.C. (2007). Political Violence, Impunity, and Emotional Climate in Maya Communities. Journal of Social Issues, 63:2, 369-385.
* Zur, J. (1994). The psychological impact of impunity. Anthropology Today, 10:3, 12–17.
[6] İnsan hakları örgütleri ve girişimlerinin faaliyetlerinin en önemli sonuçlarından biri de bu hiçleştirme sürecine kısmi de olsa çomak sokmalarıdır.
[7] Şimdiye kadar dokunulamayanlara dokunmayı denemesi bakımından Ergenekon Davası bu açıdan büyük önem arzetmektedir.
[8] Galtung, J. (1969). Violence, peace, and peace research. Journal of Peace Research, 3, 176–191.
[9] Minow, M. (1998). Between Vengeance and Forgiveness. Boston: Beacon.
[10] Opotow, S. (2001). Agy.
[Bu yazı Diyalog Dergisi’nin 3. sayısında yayınlanmıştır]