Kürt Açılımında Durum

2 Ağustos 2009 tarihinde Kürt açılımının sosyo-psikolojik zorluklarına dair uyarılar içeren, “Yüzleşmeden Açılan Boğulabilir!” başlıklı bir makalem Radikalİki’de yayınlanmıştı. Orada yaptığım analizin bugün daha da fazla geçerli olduğunu düşünüyorum.  Bu makalede, bu açılımın başarısı, “Kürtleri ne kadar memnun ettiğiyle birlikte, bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan Türklerin bu reformları ‘sahiden’ sahiplenmesi ve sindirmesi üzerinden ölçülecektir” diyor ve onyıllardır Kürt meselesi konusunda resmi yalanlarla beslenmiş olan Türklerin büyük çoğunluğu için bu tür bir açılım sonucunda önümüze gelebilecek olan reformları sindirebilmenin pek mümkün olmadığını vurguluyordum. O yüzden de bu meseleyi gerçekten çözmek istiyorsak, açılmadan önce bu meseleyle ciddi bir yüzleşme yaşamak ve toplumu hazırlamak gerekiyordu. Çünkü zihinsel koordinatları yerleşik Türk milliyetçiliğiyle yoğrulmuş olan toplumun çoğunluk kesimi için Kürt meselesi hala aslında olmaması gereken bir mesele. Ortalama bir vatandaşın “bu mesele nereden, nasıl çıkmıştır?”; “ne tür inkarlardan, baskılardan, adaletsizliklerden, hak ihlallerinden beslenerek bugünlere gelmiştir?” gibi sorulara verebileceği cevaplar hala resmi yalanlar kataloğundan geliyor. Bu resmi yalanları gerçek cevaplarla değiştirmeden, tarihsel ve güncel bir yüzleşme yaşamadan ve yüzleşmenin sonuçlarını toplumsallaştırmadan, bu toplumun çoğunluğuna bu açılımı benimsetebilmek çok mümkün görünmüyor.

Açılım lafı dolaşıma girdiğinden beri de milliyetçi hamaset dozu yükselme eğiliminde. Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 kişi ve onları karşılama gösterileriyle birlikte de bu milliyetçi hamaset yeni ve güçlü bir ivme kazanmış durumda. Öyle ki hükümet her an geri adım atabilir ve daha kötüsü toplumsal kutuplaşma yeni şiddet dalgaları yaratabilecek derecede artabilir. Provakasyonlara çok uygun, kaygan bir zeminde ilerliyoruz. Bu kayganlığın azaltılmasında hükümete ve DTP’ye büyük iş ve sorumluluk düşüyor. Bu süreç, sığ pragmatizme bırakılmadan ve kısa dönemli siyasi rant kaygılarına kapılmadan ciddi ve ayrıntılı olarak planlanmalıdır.

AKP bu sorunu Ordu’ya devrederek çözemeyeceğini öğrendi. Kürtleri muhatap almadan, planın bir parçası yapmadan çözemeyeceğini de kabul etmek zorunda. DTP de reşit bir siyasi parti olduğunu göstermek ve topu PKK’ya atmaktan vazgeçmek zorunda. PKK ise bu süreçte doğrudan ve açıktan muhatap kabul edilmesinin mevcut siyasi iklimde mümkün olmadığını anlamak ve DTP’ye alan açmak zorunda. Barış olacaksa, herkes esnemek, zafer-yenilgi söylemlerini bırakmak ve karşı tarafın neyi ne kadar yapabileceğini hesaba katmak zorunda. Bunun için de AKP ve DTP’nin önce kapalı kapılar ardında, bu sürecin temel parametreleri, dili, aşamaları, kamuoyuna yansıtılış biçimi ve zamanlaması konusunda anlaşmış olmaları gerekirdi. Bir kazaya uğramak istemiyorsak hala da gerekir. Yoksa, son günlerde gördüğümüz gibi epeyce kontrolsuz, süreci boğabilecek, tepki çeken durumlarla daha çok karşılaşırız. Sürecin ilk adımının süresiz bir ateşkes olması gerekir. Çatışmalar sürerken reform yapmak zordur. O yüzden PKK silahlı güçlerini sınır dışına çekmelidir.

İkinci adım, altı ay ile bir yıl kadar sürecek yüzleşme aşaması olmalıdır.  Bu aşamada TBMM samimi bir şekilde Kürt meselesinin temelinde yatan resmi yalanlar ve adaletsizliklerle yüzleşmek üzere, dışarıdan da destek alarak bir hakikat komisyonu kurmalı ve bu komisyonun bulguları en geniş şekilde toplumsallaştırılmalıdır. Bu komisyonun bir yönü Cumhuriyet’in başından 1980’e kadarki kesiti incelerken, bir yönü de Diyarbakır Cezaevi dahil 12 Eylül sonrası kesite bakmalıdır. Bu aşama, toplumun çoğunluğunu çözüm yolunda yapılması gereken reformlar konusunda hazırlaması açısından çok önemlidir.

Yüzleşme aşaması sürerken, tepki çekme potansiyeli görece daha düşük kimi reformlar gerçekleştirilebilir. Bunlar arasında ilk akla gelenler, Türkçeden başka dillerde özel radyo-TV kurulmasına izin verilmesi, yerleşim yeri isimlerinin belediye meclisleri ya da referandum yoluyla değiştirilmesine (ve isteniyorsa eski isimlere dönülmesine) yol açılması, koruculuk sisteminin kaldırılması, tüm anti-demokratik yasa hükümlerinin ve mevzuatın temizlenmesi, başta faili meçhul cinayetler gibi bütün hak ihlallerinin etkin bir şeklide soruşturulup cezalandırılması, %10’luk seçim barajının illa olacaksa en fazla %3’e indirilmesi, siyasi partilerin ve belediyelerin faaliyetlerinde ihtiyaç varsa ve istiyorlarsa Türkçeden başka diller de kullanabilmelerinin sağlanması.

Yüzleşme aşaması olgunlukla tamamlandıktan sonra sıra sindirimi görece daha zor başlıklara gelebilir: Kürtçe dahil Türkçeden başka diller eğitim sisteminde ne çapta ve ne biçimde yer alabilir? Vatandaşlık, Türklük vb tanımlamalar Türkiye’de yaşayan herkesi kuşatabilecek şekilde nasıl yeniden formüle edilecektir? PKK üyeleri topluma nasıl ve hangi yöntemle entegre edilecektir?

Bütün bunlar, Türkiye’nin kireçleşmiş yapısı düşünüldüğünde devasa değişikliklerdir. Her büyük değişiklik uygun bir zihinsel ve duygusal donanımı gerektirir. Yeni anlam dünyaları kurulacaktır, eskiler çöpe atılacaktır. Bu tabii ki heyecan dozu yüksek bir süreçtir. Ama bu heyecan, yeni anlam dünyaları kurmaya uygun bir donanımı olmayan kesimler için tehdit edici, ürkütücü bir heyecan olabilir. Eskilerin yerine yeni bir şey koymayı tahayyül edemeyenler, boşluğa düşmek yerine eskiye daha sıkı sarılabilirler. Bu açılım süreci de iyi yönetilemezse her iki tarafta da milliyetçiliğin daha da yükselmesi ve boğazlaşma potansiyeli göstermesi muhtemeldir.

 

[Bu yazı ilk olarak Bianet web gazetesinde yayınlanmıştır]